Kuantum teorisinin farklı şekillerde yorumlanmasına yol açan en
temel sebeplerden biri, bu teoriyi yorumlayanların, bilimsel teorilerin doğa
ile kurduğu ilişkiye karşı farklı tutumlar benimsemiş olmalarıdır. Bu tutum
farkı özü itibariyle felsefidir ve önce bu teorinin farklı şekillerde bilimsel
açıdan anlaşılmasına, sonra ise buna bağlı olarak çıkarsanan felsefi ve
teolojik sonuçların birbirlerinden farklı olmalarına yol açmaktadır. Bilimsel
teorilere karşı bu felsefi tutum farkını yaygın olarak kullanılan bir
sınıflamayı takip ederek üç maddede inceleyebiliriz:
1- Bilimsel Realizm:
Bilimsel realizmin fikirlerini kabaca şöyle özetleyebiliriz:
Bilimsel teorilerin bizlere çizdiği dünya resmi bir ontolojik gerçekliği ifade
etmektedir, bilimlerin öngördüğü zaman, mekan, dalga gibi varlıklar gerçek
varlıklardır; bilimsel teoriler keşiftirler, fakat bazılarının düşündüğü gibi
icat değildirler. Elbetteki bu çok genelleyici bir tariftir ve bilimsel
realizmi savunan birçok kişi de bilimsel teorilerin hatalı bir şekilde
tasarlanabileceğim kabul etmişlerdir. Fakat bu tarif, böylesi bir görüşü
benimseyen kişilerin, bilimsel teorilerin ontolojik statüsüne nasıl
yaklaştığını görmemizi; bilimsel teorilerin ‘kendinde şey’e ulaşmamızı mümkün
kıldığına inandıklarını görmemizi sağlar. Bilimsel realistlere göre bir
bilimsel teorinin kabulü, bu teorinin aktardığı şekliyle dünyanın var olduğuna
inancı da kapsar. Realist pozisyon, bilimsel teorilerin teknoloji üretme ve
öngörülerde bulunma gibi başarılarının, bu teorilerin evrensel gerçekliği
aktarmasıyla ancak açıklanabileceği şeklindeki argümanlarla savunulmaya
çalışılmıştır.
Galileo ve Newton gibi birçok ünlü bilim insanı realist bir
yaklaşımı benimsemişlerdir. Onların epistemolojik görüşü, bilimsel teorilerinin
evrenin gerçekliğini bize aktardığı yönündeydi. Einstein da aynı yaklaşımı
devam ettirmiştir. Fakat, kendisinin makro fiziğe hakim teorisi olan izafiyet
teorisiyle kimi hususlarda çelişen, diğer yandan paradoksal durumları çözmeden
kabul eden, indeterminizm ve belirsizlik gibi unsurlar barındıran kuantum
teorisinin evrendeki gerçekliği tarif ettiğini kabul etmek Einstein’ın realist
yaklaşımıyla uyuşmuyordu; zaten bu teoriye karşı en etkili muhalefeti de o
gerçekleştirmiştir. Einstein, bu teorinin başarılarının farkında olmasına,
birçok deneyle bu teorideki görüşlerin desteklendiğini bilmesine rağmen, bu
teorinin eksik olduğunu ve yeni bir teorinin bu teorinin yerini alması
gerektiğini veya bu teoride bazı düzeltmelerin yapılması gerektiğini düşündü.
Schrödinger, De Broglie, Dirac ve Penrose gibi ünlü bilim insanları da kuantum
teorisinin eksik olduğunu ve yeni bir kuramın bu eksikliği gidermesi
gerektiğini düşündüler. Sonuçta bilimsel teorilerin gerçeklikle ilişkisi
hakkında benimsenen felsefi yaklaşım, kuantum teorisinin nasıl anlaşılması
gerektiğiyle ilgili farklı sonuçlar doğurmuştur; bu farklı sonuçlar ise bu
teoriden çıkarsanan felsefi ve teolojik sonuçların farklı olmasına sebep
olmuştur/olmaktadır. Örneğin Einsteincı yaklaşımı benimseyen birinin, din
felsefesi açısından önemli bir konu olan Tanrısal etkinlikle, kuantum teorisine
dayanarak savunulan indeterminist görüşü bir arada değerlendirdiğini düşünelim.
Muhtemelen bu kişi, indeterminizmin teorilerimizin yetersizliklerinden
kaynaklanan epistemolojik bir durum olduğunu, ontolojik bir durumu tarif
etmediğini, bu yüzden Tanrısal etkinlik indeterminist bir evrende oluşuyormuşçasına
felsefi ve teolojik yaklaşımlarımızı oluşturmamızın bir hata olduğunu
söyleyecektir.
2- Araçsalcılık (Aletçilik):
Araçsalcı yaklaşımı benimseyenler, bilimsel teorileri pragmatik
bir yaklaşımla ele alırlar. Onlara göre bilimsel teoriler gerçekliğin bir
açıklaması olarak ele alınmamalıdır; önemli olan bu teorilerle öngörülerde
bulunmak, gözlemleri sistematize etmek ve mühendislik gibi alanlarda bunlardan
yararlanmaktır. Stephen Hawking bu görüşte olan bilim insanlarına örnek olarak
verilebilir. Hawking, araçsalcı yaklaşımı pozitivizmin gereği olarak görür ve
şöyle der: “Pozitivist açıdan bakıldığında, bir kişi neyin gerçek olduğunu
belirleyemez. Yapabileceği tek şey, içinde yaşadığımız evreni tanımlayan
matematiksel modeli bulmaktır.” Birçok bilim insanı ve felsefeci, öngörülerde
bulunmada ve teknoloji üretmede başarılı olmasına karşın paradoksal unsurlar
barındıran Tamamlayıcılık İlkesi’nde olduğu gibi ve sağduyuya aykırı gözüken
kavramlarla ‘kendinde atom’u açıklayan kuantum teorisini, araçsalcılığı
destekleyen bilimsel bir teori olarak değerlendirmişlerdir. Araçsalcı yaklaşımı
kuantum teorisine uygulayanlara göre yaptığımız gözlemlerin arasında, atomda ne
olup bittiğini bilemeyiz, fakat kuantum teorisinin denklemlerini olasılıkçı
öngörüler için kullanabiliriz.
Bu yaklaşım kolayca anlaşılacağı gibi Kant’ın ‘kendinde şey’in
ulaşılmazlığını savunan ünlü görüşünün bilim felsefesindeki izdüşümüdür. Bilim
felsefesi açısından önemli bir konu olan bilimsel teorilerin ontolojik
gerçeklikle nasıl ilişki kurdukları sorunu, felsefenin diğer dalları, örneğin
din felsefesi için de önemlidir. Çünkü bilimsel teoriler hakkında ulaşacağımız
kanaatin, bilim-din ilişkisi konusundaki yaklaşımımızda önemli belirleyici rolü
olacaktır. Bilimsel teorilere araçsalcı bir yaklaşım, bilime daha mütevazı bir
bakışa yol açabilir; çünkü bu bakış, bilimsel teorilerin ontolojik gerçekliği
olduğu gibi açıkladığını reddeder. Bu ise bilimin dinin yerini alması gerektiği
gibi, bilimi gerçekliğe ulaşmakta tek otorite olarak gören yaklaşımları
savunmayı güçleştirir. Diğer yandan, bilimin sonuçlarından dinsel tezlerin
desteklenmesine veya ispatlanmasına çalışan doğal teoloji savunucuları için
bilimsel teorilere araçsalcı yaklaşım sorunlu olabilir. Bütün araçsalcı
yaklaşımı benimseyenlerin, bilim-din ilişkisine aynı şekilde baktığını elbette
söyleyemeyiz; fakat, bir genelleme yapmak gerekirse, bilimsel teorilere
araçsalcı yaklaşımın, bilimi ve dini bağımsız ve birbirlerine etkisi olmayan
alanlar olarak gören kompartmantalizasyoncu yaklaşımlara yol açtığı
söylenebilir.
3- Kritikçi Realizm:
Bilimsel teoriler hakkındaki yaklaşımlar ‘realizm’ ve
‘araçsalcılık’ olarak ikili bir sınıflamada da incelenmiştir. Ayrıca ‘realizmi’
bir görüş, bu görüşe karşıt görüşleri ‘anti-realizm’ olarak ele almak da
mümkündür; ‘anti-realizm’ ise karşımıza ‘araçsalcılık’ olarak çıkabildiği gibi
‘yapısal deneycilik’ olarak farklı isimlerle de çıkabilir. Sonuçta bu kitapta
yapılan üçlü sınıflamanın dışında başka tip sınıflamalar da mümkündür; fakat
realizme karşı anti-realizmin en yaygın versiyonu olan ‘araçsalcılığa’ ve
‘kritikçi realizme’ yol veren sınıflamanın, bilimsel teorilerle doğanın
ilişkisini ele almada en faydalısı olduğu kanaatindeyiz.
Kritikçi realist yaklaşımı savunanlar, özellikle kuantum
teorisiyle ilgili gelişmelerle; bilimsel teorilerin öngörüde bulunmayla ilgili
ve teknoloji üretmedeki başarılarına dayanarak, bu teorilerin doğayı tamamen
doğru olarak tarif ettiğinin iddia edilemeyeceğini söylemişlerdir. Böylece,
‘bilimlerin başarısıyla realizmi temellendirme’ olarak özetlenebilecek bilimsel
realizmin en yaygın delilini reddederek, safça bir realizm dışında bir yolun
kaçınılmaz olduğu sonucuna varmışlardır. Bu yaklaşımı benimseyenler, özellikle
bilimin insan zihni tarafından yapıldığına ve insanın doğayı yorumlarken,
gözlem ve deneyler aracılığıyla doğayla etkileşimde bulunduğuna vurgu
yapmışlardır. Bilimin içinde insan unsurunun olması ve insan zihninin toplumsal
şartlanmalar, önyargılar, apriori kabuller ve kapasite yetersizliği gibi
sınırlılıkları, bilimsel teorilere bakışta ‘kritikçi’ unsuru gerektirir. Diğer
yandan bilimlerin başarısı ‘kendinde doğa’yı olduğu gibi anladığımızı
göstermese de bu başarıların, doğayla ilgili gerçekliğe kısmen de olsa ulaştığımızı
gösterdiğini düşünmek mantığa ve sağduyuya uygundur. William Stoeger’in dediği
gibi “Gerçekliğin üstü örtülüdür, fakat tamamen değil”. Sonuçta kritikçi
yaklaşımı elden bırakmadan ‘safça olmayan bir realist yaklaşım’ geliştirmek;
‘araçsalcılığın’ bilimsel teorilerle doğanın gerçekliği arasında hiçbir bağ
kurmayan yaklaşımından daha tutarlı ve sağduyuya uygun gözükmektedir. Din
felsefesi ve bilim felsefesi gibi felsefe dalları açısından önemli çalışmaları
olan Polkinghorne, Barbour ve Peacocke gibi günümüzün düşünürlerinin
benimsediği ‘kritikçi realist’ yaklaşımın, safça realizmden ve araçsalcılıktan
daha tutarlı olduğu konusunda bu düşünürlerle aynı fikirdeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder