22 Kasım 2014 Cumartesi

Din ve bilim ilişkisi üzerine

Din ve bilim arasındaki ilişki birbiriyle uyumludur bilimin deneylerle ve uzun süreçler sonunda ortaya çıkardığı bilimsel teoremler buluşlar keşifler din ile tamamen uyum içerisindedir biri diğeri ile çelişmemektedir. Dine inananlar bilimi göz ardı etmeden doğanın tüm kanunları ve sistemleri arkasında akıllı bir dizaynın ve bir yaradılışın olduğuna inanır.Bilimi dinle savaşmak için bir araç olarak görmeyen tam tersine dini de objektif olarak değerlendirip her ikisinide bir değer olarak gören  ve uyumu fark eden toplumlar her zaman en ileri toplumlar olmuşlardır
Din ve bilimin kaynağı aynı mıdır?
Dinin kaynağı ilahîdir, . Allah’ın kendi gönderdiği buyruklar neticesinde din oluşmuştur. Bilim, Allah’ın yarattığı evreni ve hayatı, yine onun verdiği akıl sayesinde incelediğinden ilahî yönü olmakla din ile beraberdir.

De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) ahiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir. Ankebut 20. Diyanet işleri meali,
Yani Kuranda Allah bizleri bilimsel araştırma yapmaya teşvik etmektedir.( Din ve Bilim bağlantılıdır sonucu ortaya çıkmaktadır.Din ve bilim arasında bir çatışma değil tam tersine bir uyum vardır Cübbeli gibilerin dediği gibi değildir İslam bilimi emretmektedir.)
Kuranın bir çok ayetinde “Düşünmek” ile alakalı ifadeler geçmektedir.;
Ali imran / Ayet 65: …Siz hiç düşünmüyor musunuz?
Enam / Ayet 80: …Hiç düşünmez misiniz?
Yazımıza birkaç örnekler ile devam etmek lazım.Mesela Bilim insanları, evrenin oluşumu hakkında tarih boyunca değişik görüşler ortaya atmıştır. Fakat bu görüşler incelendiği zaman hepsinin temelde iki farklı modelden birini savunduğu görülür. Bunlardan birincisi 1600'Iü yıllarda Newtonın ortaya attığı, hareketsiz ve başlangıcı olmayan evren görüşüdür. Bu görüşe göre evren, sonsuzdan beri var olmuştur ve sonsuza kadar da varlığını ve şu anki halini koruyacaktır(Ünlü filozof olan Aristo da evrenin ezelden beri var olduğunu ve sonsuza kadar var olacağını düşünüyordu). İkincisi ise günümüzde; çoğu bilim insanı tarafından kabul gören, evrenin bir başlangıcının olduğu görüşüdürKur’anda Zariyat 47 ‘de “Göğe gelince, biz onu ellerimizle kurduk, biz elbette genişleticileriz” ifade yer almaktadır.
Şimdi kuranın bu ifadesinin modern bilimle nasıl bir uyum içerisinde olduğundan bahsedecğeim.

Ayette “Evren, gök” diye çevirdiğimiz kelime Arapça “sema” kelimesidir. Bu kelime aynı Türkçe’deki “gök” kelimesi gibi hem Evren’i, hem Dünya’nın tavanını ifade eder. Yeryüzünün üstünün tümü “sema” diye adlandırılır.

Evrenin genişlemesinin bilimsel otoritelerce kabul edilmesi;
Tarihsel gelişimi
Rus fizikçi alexander friedmann en ufak bir etkide evrenin genişleyeceğini veya daralacağını einstenin formülerinden giderek izah etti.Evrenin genişlemekte olduğunu  açıkça iddialı bir biçimde ilk savunan kişi Belçikalı “papaz ve bilim insanı “Yani Cübbeli gibi bir din alimi olan ama farkı bilmisel araştırmalar yapan ve hikaye hurafe anlatmayan Lemaitre olmuştur.(1)
Amerikalı astronom Vesto Slipher 1912 yılında galaksilerden gelen ışığın tayfını incelemeye başladı ve birçok galaksinin tayfı üzerindeki siyah çizgilerin olmaları gereken yerden kırmızı uca doğru kaydıklarını buldu. Buna kırmızıya kayma olayı denilir(*)
Ancak incelemeyi genişleten ve kırmızıya kaymanın nedenini bulan kişi, o dönemin en büyük gözlemevi olan Wilson Gözlemevi'nde çalışan Amerikalı astronom Edwin Hubble oldu. Hubble, tayftaki kırmızıya kaymanın galaksilerin uzaklaşmasının bir sonucu olduğunu buldu/ifade etti.Buna göre uzaklaşan cisimden gelen elektromanyetik dalganın dalga boyu, uzaklaşma süratine bağlı olarak her an sürekli bir biçimde artmaktadır.

Her an kuranda ifade edilen bir biçimde sürekli olarak genişleyen bir evrenin içinde yaşamımıza fark etmeden devam ediyoruz.
Ali imran / Ayet 118: …Düşünürseniz, biz size ayetleri açıkladık.

Bilimsel birikimler(deney gözlem hipotez teori vs…) ve yüksek teknolojiye sahip bilgisayar ve teleskoplarla  farkına varabilecğeimiz bu hususun Kuranda bahsedilmesi  elbette din ve bilim ilişkisi adına olağanüstü bir olaydır.

Kurandaki bir diğer ifade ise Enbiya 33 te bahs olunan “O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı... yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler.”(diyanet işleri meali)
İfadesidir. Kuran'da Güneş ve Ay'dan bahsedilirken her birinin belli bir yörüngesi(izledikleri belli bir yol) olduğu vurgulanmaktadır.

Yapılan hesaplara göre güneş Solar apex  adı verilen bir yörünge boyunca vega yıldızı doğrultusunda saatte 720.000 km;lik muazzam bir hızla hareket etmektedir.

İki kısa örnektede görüldüğü gibi din ve bilim arasında gayet uyumlu bir birliktelik görülmektedir.
Cübbelinin Nasa salaktır ifadesine karşın İslam dünyasındaki astronomi çalışmaları:

İslam dünyasının bilim dünyasına ilk adımı  eski Yunan eserlerini ve çeşitli kavimlerin yazmış oldukları kitaplar tercüme etmek ile başlamış Müslümanlar tercümeyle yetinmemişler kendilerine has eserler meydana getirmişlerdir.
Bunlar ortaçağ Avrupa düşüncesi (Rönesans reform) tamamen kaplayan ilmi birikimin temellerini teşkil etmişlerdir.İlk çeviriler Halife el Mansur . dönemlerinde olmuştır.ve bu tercümeler hakkıyla tam yapılamamıs bu sebeple  Harun er reşid el memun zamanlarında bunların yeniden gözden geçirilmeleri icab etmiş . Buradan aslında Halifelerin bilime ne kadar değer verdiklerini görmekteyiz.

“İslam dünyasında  astronomi alanındaki ilk çalışmalar 771 yılında Bağdat’a getirilen ve İbrahim el fezari tarafından Arapçaya çevirilen Hindistan menşe’li sidzanta ile başlamıştır..
Sasani devrinde evvelce derlenen Pehlevi dilindeki astronomi çizelgeleri yani zik,(Tablolar, çizelgeler) kısa zaman içinde zic şekli altında tercüme edilip genişletilmiştir.

İlk gözlemler (rasathane benzeri) pek hassas sayılmayacak alet ve edavat ile İran’ın Güney batısındaki cundaysabur şehrinde dokuzuncu asrın başlarında yapılmaya başlanmıstır.
Halife el memun’un kurmuş olduğu bey tul hikme müesse ile alakalı olarak bağdatın semmasiye kapısı yakınında ihtida etmiş bir Yahudi olan sind un ali ve Yahya bnu ebi un idaresi altında bir rasathane tesis ettirmiştir.Burada çalışan İslam “Halifesinin astronomları”  sadece ğçğün hareketlerini gözlemekle kalmadılar aynı zamanda Almagest’ye yer alan bütün temel unusurları dikkai çekecek şekilde kesin ve açık sonuçlarla tahkik ettiler.(güneşin ekliptik düzleminin eğimi gündönümü noktalarının gök küresi üzeirndeki zahiri ilerlemeleri vs.
Halife el memun bu rasathaneden ayrı olarak dimaşk şehrinin dısında kasiyun dağının tepesine başka bir gözlemevi daha inşa ettirmiştir.

Bu dönemdeki Müslümanların astronomideki çalışmaları daha önceki grek ve hindliler tarafından yapılmış olan eserlerin yerini aldı.

El ferğani halife adına nil nehrinin taşma kabarma durumlarını ölçmüştür.anaeseri el mudhil ila ilm hey et il eflak eseri 1135 yılında Latinceye terüme edilmiştir.aynı eser ibraniceyede çevrilmitir.”(2)

“Müslümanlığın ilk yıllarından itibaren dini günlerin, namaz ve oruç zamanlarının hesaplamasına yarayacak astronomi bilgisi daha da önem kazanmıştır (Kıble doğrultusunun belirlenmesi vs). Bu dönemde çalışılan astronomi konuları:
1. Coğrafi astronomi
2. Konum astronomisi (İlm-ül-eflak) Güneş, Ay, gezegen ve yıldızların görünür hareketleri.
3. Astroloji (İlm-i ahkam-ı nücum)
4. Zaman hesapları (İlm-ül rükat)
İlk dönemlerdeki en önemli çalışmalar; Ay hareketine dayalı bir takvimin oluşturulması ve yıldızların çok daha uzakta uzaya yayılmış olduğuna inanılmasıdır. Yunanlılar ise o dönemde yıldızların Satürn gezegenin dışında bir küre üzerinde bulunduğuna inanılıyordu.
İslam dünyasının astronomiye en önemli katkısı modern gözlemevlerinin kurulmasıdır. Ayrıca bu gözlemevlerinde yeni gözlem aletleri geliştirilmiş ve çok sayıda astronom yetiştirilmiştir. Bugün de gözlemevinin önemi ve sayısı dünyada gittikçe artmaktadır.
Bağdat'ta 5. Abbasi Halifesi Harun el-Reşid zamanında gelişmeye başlayan gözlemsel astronomi, 7. halife El-Mamun zamanında daha fazla destek görmüştür. Dönemin büyük astronomu El-Battani yaptığı çok duyarlı gözlemlerle, Güneş'in görünen hareketindeki düzensizlikleri incelemiş, düğümler noktasının yılda 54".5 kaydığını, ekliptiğin ekvator düzlemiyle 23° 35' (doğrusu 23° 27') açı yaptığını hesaplamıştır. Ayrıca "Yıldızlar Bilimi" adlı bir astronomi kitabı yazmıştır.
Bu dönemin (10. ve 11. yy) meşhur iki astronomu El-Sufi ve El-Biruni‘dir. Mısırda ise İbn-Yunus yetişmiştir. 1260 yılında Hilagü Han desteğiyle Nasir-El Tusi tarafından Meraga'da büyük bir gözlemevi kurulmuştur. Bu gözlemevi 50 yıl aktif hizmet etmiştir. Bunu gören İlhanlı Hümümdarı Gazan Han, 1300 yılında Tebriz'de giderleri Vakıf tarafından karşılanan bir gözlemevi kurmuştur. Burada Güneş gözlemleri için yeni gözlem aletleri geliştirilip kullanılmıştır.
Yine Meraga gözlemevini inceleyen Muhammed Turgay Uluğbey (Timur Lenk'in torunu) Semerkand'ta başka bir gözlemevi kurmuştur. Burada büyük bir yıldız kataloğu (1018 yıldızın adı,  parlaklığı, konumu) yayınlanmıştır. Arapça yayınlanan kitap Farsça ve İngilizce dillerine çevrilmiştir. Burada Kadı Zade Rumi ve Ali Kuşcu gibi bilimadamları çalışmıştır.
Aslında, eski İslam dünyasındaki çalışmalar yeterince gün ışığına çıkarılmamıştır. Bugün parlak yıldızların bütün dünyada kullanılan isimleri genellikle Arapçadır. Algol, Aldebaran, Adhara, Almach sadece "A" karakteri ile başlayan birkaç örnektir. Ayrıca Astronomik terimlerin birçoğu da İslam kaynaklıdır, Zenit, Nadir, Azimut gibi.
Astronominin medresede eğitimi yoktu, ancak özel ders ve kişisel çabalarla bu eğitim gerçekleşebiliyordu (çıraklık usulu). Fatih Sultan Mehmed döneminde İstanbul medreselerinde Matematik ve Astromomi dersleri okutulmuştur. 1610 yılında teleskobun icadından önce son İslam gözlemevi III. Murat emriyle Takiyyüddin tarafından İstanbul Tophane'de kurulan (1577) İstanbul Gözlemevi'dir. Bu gözlemevi 2 yıl sonra yıkılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra Osmanlılarda astronomların yerini musakkitler (namaz saati, dini günler vb.) zaman hesaplayıcıları almıştır. Bunlar halk için takvim, Padişah için ahkam (bir çeşit yıllık yıldız falı) hazırlarlardı. Astrolojiye verilen önem o kadar büyüktü ki, Osmanlı idare teşkilatında bir "Mektebi Fünunu Nücum" bile bulunmaktaydı. 1870 yılında Abdüllaziz zamanında bir Gece Üniversitesi açılmıştır ve ilk konulan ders Astronomi olmuştur.(3)”Bir başka örnek ise Hz.Ali’nin torunlarından  olan Cafer us sadk a atfedilen bazı astroloji ve kimya eserlerinin ona aitliği meselesi günümüz münekkitleri tarafından münakaşa edilmektedir.(4)
Cübbelinin Gökbilim sözüne karşılık İslam filozoflarının astronomiye katkıları;
Battani;Gözlem ve tetkilerini er-Rakka şehrinde yapmıştır.Trigonometrinin mucidi Sinüs ve kosinüs tabirlerini kullanan ilk bilgindir.Ptolemy’nin vardığı birçok neticelerde düzeltmeler yapmıştır.Battani ilimdeki gayesini şu şekilde ifade eder;”İnsan Allah’ın varlığını birliğini kudretini ve eserlerinin mükemmeliğini başta astronomi olmak üzere ilimler sayesinde öğrenebilir.Mesela şu görünen yıldızlar üstünde yaşadığımız bu dünya ve dünyanın hareketleri Allah’ın varlık ve birliğinin açık bir delilidir”.Ayın görünür çaplarında yıl boyunca meydana gelen değişiklikleri ölçmede önceki filozofların yaptığı çalışmalara katkılarda bulunmuş.Güneş ve ay hareketlerini yörüngelerini daha doğru bir şekilde belirlemeye çalışmıştır.Kıble tayini konusunda çalışmalar yapmış, güneş ve ay tutulmaları hakkında çalışmalar yapmıştır.Orta çağ Batı dünyasında eserleri ilk defa Latinceye çevrilen Müslüman ilim adamıdır.Yaşadığı devrin en önemli astronomudur.Kitabe’ l zic adlı eserinde gök cisimlerinin hareketleri konusunda çalışmalarını kaleme almıştır.”…bu eser yalnız İslam dünyasında değil orta çağ avrupasında ve rönesansın ilk devirlerinde küre trigonometrisi sahasında önemli bir kaynak olmuştur. Bu kitap yazılışından üç asır sonra batı’da anlaşılmış XII.yüzyıldan XIX. Yüzyıla kadar tercüme ve şerhleri önce Latinceye, sonrada İspanyolcaya çevrilmiştir.(5)
Biruni:Dünyanın döndüğünü ilk bulan kişidir.Bilim tarihçilerine göre Kopernikle başlayan çağdaş gökbilim temelerini atmıştır.Matematik,tıp,felsefe,fizik ve astronomi vs… alanlarında eserler yazmıştır.İlk kitabını 17 yaşında yazdı.Dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşünün, enlem boylam dairelerinin doğru bir biçimde tayin ve tesbitini yapmıştır.Batıda”Aliboron” adıyla bilinen Biruni’nin yapıtları birçok Batı diline çevrilmiştir.Biruni hiçbir eserinde tek bir bilime veya konuya bağlı kalmamış birçok daldan söz etmiş bir kişiliğe sahiptir.UNESCO’nun 25 dilde çıkardığı Conrier Dergisi 1974 Haziran sayısını Biruni’ye ayırmıştır.Kapak fotoğrafının altında “1000 yıl önce Orta Asya’da yaşayan evrensel dahi Biruni; astronom ,tarihçi,botanikçi,eczacı,jeolog, şair,mütefekkir,matematikçi, coğrafya ve hümanist” diye yazılarak tanıtıldı.(6)
Ömer Hayyam:Cebirdeki binom formülünü bulan kişi.Binom formülünün keşfi Newton veya Hayam aittir.Dünyanın ilk rasathanesini kurmuştur.Günümüzde kullanılmakta olan Miladi ve hicri takvimlerden daha çok hassas olan Celali takvimini hazırlamıştır.Matematikte Pascal üçgeni olarak bilinen kavram aslında Ömer hayam tarafından oluşturulmuştur.Ziyc – i Melikşahi adında Astronomi ve takvime dair yazıları bulunan eseri vardır.

Takiyüddin:İstanbul rasathanesini kuran ilk kişi 1557 yılında 3.Murat’ın fermanıyla Tophanede bir rasathane kurmuştur.Çağdaşı olan Tycho Brahe ile aynı aletlere sahip olmuştur.Matematik alanındada çalışmaları olmuştur.Çalışmalarında sinüs kosinüstanjant ve kotanjanttan söz etmiş ve bunlaırn kanıtlamalarını yapmış cetvellerini hazırlamıştır.El çizimiyle gözlemlediği kuyruklu yıldızları çizmiştir.


Dipnotlar;
(1) kuran hiç tükenmeyen mucize syf 23 istanbul yayınevi

(2) Prof. Dr. Ph.K Hitti. Siyasal ve Kültürel İslam tarihi çeviren Prof.Dr Salih Tuğ  syf 509-510 ifav yayınları


(4) ) Prof. Dr. Ph.K Hitti. Siyasal ve Kültürel İslam tarihi çeviren Prof.Dr Salih Tuğ  syf 355 ifav yayınları , j.ruska arabische alchemisten II Ğa’far alsadiq ,der sechste imam heidelberg 1924 , syf 49-50)

(5)Işık doğudan yükselir Syf 42-43 panama yayınları

(6)Unesco Conrier dergisi 1974 Haziran sayısı


* Kırmızıya kayma:bir nesneden yayılan ışımanın dalga boyunun artmasıdır. Görülebilen ışık için bu ışığın renginin elektromanyetik tayfın kırmızı yönüne doğru kaymasına karşılık gelir. Tersine, dalga uzunluğunun azalması maviye kayma olarak bilinir. Evren'de gözlenen galaksilerden gelen ışığın birkaç istisnaî durum dışında spektrumun hep kırmızı bölgesine kaydığı gözlenir. Edwin Hubble, bu gözlemin sonucunda Evren'in yönden bağımsız olarak genişlediğini söylemiştir.

27 Eylül 2014 Cumartesi

Descartes'in Tanrı kavramı üzerine düşünceleri.


Descartes düşünce ve bilincin varlığından şüphe edilemeyeceği düşünür. Ama, sadece bilincimiz hakkındaki bu apaçık ve kesin bilgiyle yetinemeyiz; bilinçten dışarı çıkmak ve dışdünyadaki nesnelerin varlığı ve kendileri hakkında keşin bilgiler edinmemiz zorunludur. Descartes, bilinç ile dışdünya arasında köprü kurabilmek için tanrı fikrinden yararlanır.

Filozofa göre, insan ruhunda doğuştan bulunan (yani doğuştan sonra, duyular aracılığı ile dışardan gelmemiş olan) fikirler vardır; tanrı fikri de yani «sonsuz ve mükemmel» bir varlık hakkındaki fikir de, bu türdendir. Bu «en mükemmel» ve «en gerçek varlık» fikri bize nereden gelmiştir? Bu fikir, duyularımız yoluyla bize gelmiş olamaz, çünkü duyularımızın bize tanıttığı şeyler mükemmel ve kusursuz varlıklar değildir. Biz kendimiz de mükemmel bir yaratık değiliz; eksik ve sınırlı bir varlığız, öyleyse, bu fikri bizim ruhumuza koyan tanrının bizzat kendisidir; demek ki tanrı mevcuttur.

Descartes, tanrının varlığını ispatlamak için, ikinci bir kanıt (delil) daha kullanır. Bu kanıt, felsefe tarihinde «ontolojik kanıt» yani «varlıkbilimsel kanıt» diye ün kazanmış ve Ortaçağda Anselmus tarafından ileri sürülmüştür. H. Z. ülken'e göre, ontoloj'ik kanıtı ilk kullanan filozof İbni Sina'dır («İslam Düşüncesi», s. 257). Bu kanıtı şöyle özetleyebiliriz: Tanrıyı «en mükemmel», «en gerçek» varlık olarak kavrıyoruz. Tanrının varolmadığını düşünürsek, ondan bir özellik eksilmiş olur; varlığa sahip olmamakla, mükemmel olmaktan çıkmıştır o; çünkü mükemmel olanda, hiç bir şeyin eksik olmaması, varlığın da bulunması gereklidir. Demek ki, «en gerçek ve en mükemmel varlık» kavramını, varlığı da olan bir şeyi gösteren kavram olarak düşünmek zorundayız. Bu kavramı «varlığı olmayan bir şey» olarak düşünürsek kavramda bir çelişme ortaya çıkar. «En mükemmel ve gerçek varlığın varoiamaması» düşüncesi, mantık bakımından bir çelişme olduğuna göre, bunun karşıtının yani «en mükemmel varlığın varolması» düşüncesinin doğru olması zorunludur; demek ki tanrı vardır.

Tanrının ispatlanması, Descartes'ın felsefesi açısından büyük önem taşır. Çünkü dışdünyanın varlığını kabul etmek için, filozofun, tanrının varlığını ispat etmeye çalışması zorunludur. Böylece, düşüncenin ve kendi varlığımın kesinliğinden ve apaçıklığından, dışdünyanın varlığına geçebilirim; dışdünyanın varolduğunu, hakkında sağlam bilgiler edinebileceğimi söyleyebilirim. Descartes, tanrının insanı yanıltabileceğinden korkmuştu. Bu korkusu her şeyden şüphe ettiği zaman ortaya çıkmıştı. Ama mükemmel bir tanrının varolduğunu ileri sürüp temellendirdikten sonra, filozof, bu mükemmel varlığın yanıltıcı olamayacağını ileri sürer; çünkü yanıltıcı olsa mükemmel olmaz. Öyleyse, dışdünya vardır ve hakkında sağlam bilgiler elde edebilirim. Böylece,filozof, felsefesinin öteki araştırma alanlarına geçer.

Din ve Bilim çelişir mi?

Din ve Bilim Çatışır mı?


İslam, bilime karşı değildir, tam aksine insanları araştırmaya, düşünmeye ve bilmeye yönlendirir.
İddia edilenin aksine, bilimin ortaya koyduğu gerçekler ile çatışmadığı gibi, insanları bilimsel araştırmalar yapmaya yönlendirir. Kur'an, “İşte bu örnekler Biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak alimlerden başkası bunlara akıl erdirmez. (Ankebut Suresi, 43) ayeti ve benzer birçok ayetle insanı, gökler, yer, kendi nefsi, bedeni ve yarattığı her şey üzerinde derin düşünmeye ve araştırmaya teşvik eder.

Bilim, detaylı araştırma ve ortaya çıkardığı bulgular vesilesiyle dinin açıklayıcısıdır. Son yıllarda kaydedilen bilimsel gelişmeler hücrenin muhteşem komplekslikte yapısını, DNA'nın mucizevi özelliklerini ortaya serdi. Ve bu özellikler, hayatın başlangıcında, kâinat ve canlılığın meydana gelişinde, tesadüflerin asla söz konusu olmadığının delilleri oldu. Tüm kâinatta bir tasarım, belli kurallar, kanunlar ve süreklilik vardır.
(Bknz:insancı ilke, tasarım delili, gaye ve nizam delili,neden kaos yerine düzen var?)

Bilim ile dinin çatıştığı iddiası neden ve nasıl ortaya çıkmıştır?

Bu iddianın kaynağı, Ortaçağ'daki Enginizasyon mahkemelerinin din dışı uygulamalardır. Hıristiyanlık, kilisenin elinde maddi çıkar aracı haline gelmiş bu yanlış uygulamalar sonucu bilim baskı altına alınmış, özgür çalışma ortamı ortadan kalkmıştır. Kopernik ve Galileo'nin yaşadığı baskılar genelleştirilmiş, böylece din ve bilim birbiriyle çelişen, birbirine karşı olan iki rakip gibi görülmeye başlamıştı
.Ve günümüzde natüralist zihniyetteki kişilerin en önemli argümanları haline gelmiştir.
İslam ve bilim çelişmez. Kur'an, "... Hiç bilenlerle bilmeyenler bilenle bilmeyen bir olur mu?.." (Zümer Suresi, 9) diye sorar.
Din, bilimle ancak şu şekilde çatışır bilim objektifliğini kaybettiği, materyalist, natüralist ve ateist ideolojiler bilime müdahale ettiğinde. Bilimin doğasına ters olsa da bu durumda ideolojik sınırlar meydana gelir. Bilim adamı objektif olmalı, araştırmalarını önyargısız yapmalı ve araştırma sonuçlarını açıklarken tarafsız olmalıdır. Konuyla ilgili olarak, yaratılışın delili olabileceği için evrimci bilim adamlarının yıllarca gizlediği fosiller, Darwin'in yakın dostu ve destekçisi olan evrimci biyolog Ernst Haeckel'in sonradan kendisinin de itiraf ettiği sahte embriyo çizimleri ve yine evrimci olan diğer bilim adamlarının sahtekârlıkları örnek gösterilebilir.Örnekleri çoğaltmak mümkün sizleri sıkmamak için konuya devam ediyorum.

Prof. Dr. Arif Sarsılmaz bir makalesinde, bilim-din çatışması konusunda şunları ifade ediyor "Batılı bilim adamlarının bir kısmı, objektiflik adına, "lâboratuvara girerken inanç dünyalarını dışarıda bırakmakta", sadece 'nasıl?' sorusuna cevap aramaktadır. Bu düşüncenin temelinde, Hristiyanlıktaki din anlayışı ile ilim telâkkisi çatışması yatmaktadır. Kilise ile bilim dünyası arasındaki çatışmanın bir neticesi olarak ortaya çıkan bu duruma, çok şaşırmamak gerekir. Nitekim Batı'daki birçok bilim adamı lâboratuvarda çalışırken 'kim?' sorusunu sormaz fakat özel hayatında kendine göre bir dindarlık da yaşayabilir. Bizde ise, asla bir ilim-din çatışması yaşanmadığı halde, Hristiyanlık için kurulan darağacına İslâm'ı çekmek isteyen bazı bilim adamları, 'kim?' sorusunun sorulmasına müsaade etmedikleri gibi, 'nasıl?' sorusunun cevabını da tamamen materyalist bir anlayışla verirler."
Bilimin, kâinatın yoktan var olduğunun kesin kanıtlarına ulaşmasına ve Yaratıcının varlığına işaret etmesine rağmen, bunun doğaüstü olduğu düşüncesi kimi insanları farklı arayışlara yöneltti. Kâinatın bir başlangıcının bulunması, yoktan var edildiğini, yaratıldığını gösterir. Yaratılmış olan 'şey'in de bir Yaratıcısı olmalıdır. Zamanın ve mekânın olmadığı bir durumda, örneği olmayan bir "şey" yaratılıyor. Yaratılanı yaratan, yalnızca Yüce Allah'tır.Veya Tanrı diyin ne ad verirseniz verin bir "YARATICI" gerçeğinden kaçamazsınız



21 Eylül 2014 Pazar

Ölçme problemi

Elektronun gerek parçacık, gerekse dalga özelliği gösterir.Ve hiç bir parçacığın yapamayacağı şekilde, iki deliği olan bir engelden, ikisinden de aynı anda geçebilir. Elektronlar birbirleriyle çarpıştıklarında girişim örnekleri meydana getirirler. Yani hem parça hem de dalga özelliği gösterirler. Bu bukalemun özelliği bütün atomaltı parçacıkları için geçerlidir
Fizikçiler, elektronun bakılmadığı zaman, daima dalga hareketi gösterdiğini deneyle bulmuşlardır.Peki bakıldığında nedne bazen dalga bazen parçaçık olarak gözükmektedir? ölçüm problemi?
Yorumlarınızı bekliyorum

Ali Şeriati Biz ve İkbal

O zamanın Abbas gibi faizcileri, Ebu Süfyan gibi deve sahipleri, Ümeyye bin Halef gibi köle tacirleri, Ebu Leheb gibi küçük esnafları, bugünün Rockefeller, Ford ve Morgan gibi ailelerine, General Motor, General Westinghouse, Crupp, Manhetheim, Standart Oil, Aramco, Crysler, Oean ve Natianol gibi şirketlerine dönüşmüştür.

Sıcak para aslında ne kadar sıcak?


Soru şudur; ABD neden Erdoğan’ı gözden çıkarmaz?
Bu sorunun cevabı; yaşadığımız 13 yılda zaten verildi. Verildi ama görülmeyen cevaplar var. Onları açalım istedik.
Son zamanlarda Suriye ve Mısır meselesinde, ayrı düşmüş olsalar bile, ABD’nin Erdoğan’a desteği tam olarak devam ediyor.
İsrail’in Gazze’ye saldırısı sebebiyle, Erdoğan’ın İsrail aleyhindeki söyleminin, tamamen iç siyasete dönük olduğunu, hem İsrail hem de ABD biliyor.
Seçimden sonra, İsrail’e karşı kullandığı dili değiştirir. İsrail meselesi kapanır.
Eğer ABD Erdoğan’ı ya da siyasi iktidarı düşürmek istese, en fazla on beş gününü alır.
400 milyar dolar dış borcu, 60 milyar dolar cari açığı olan bir ülkede, iktidarı düşürmek için, iki ABD para spekülatörünün para hareketleri yeterlidir.
Dış parayı çektiğinizde, dolar üç liraya çıkar. İthalat sıfırlar. İthalata bağımlı sanayi durur. Kitlesel işçi çıkarmalar başlar, başta yakıt olmak üzere, temel maddelerde kuyruklar oluşur.
Böyle bir durumda, hiç olmaz diye terane tutturanların hilafına, bir Amerikancı darbe gelir. Birilerinin eli kelepçeli bir yerlere götürüldüğünü ekranlardan izlersiniz.
Türkiye’nin, dış kaynağa bu ölçüde bağlı olduğu bir ortamda, yukarıda çizdiğim belalardan kurtulmanın tek yolu devrimdir. Atatürk’ün takındığı tavrı takınmaktır.
Devrim de, halkın canını yakan bir süreçten geçilmeden gerçekleşen bir olgu değildir. Halk bağımsızlığın bedelini ödemeye hazırsa, bu süreç kolay geçilir.
Batının Erdoğan üzerindeki bazı ufak para operasyonları, kulak çekme ve yeniden hizaya getirme işidir.
Dış kaynağa bu derece bağlı olan bir ülkenin, dış kaynağı sağlayanların etkisinden çıkması olası değildir.
NATO, Dünya Bankası, Gümrük Birliği, OECD, ABD ile gizli ikili anlaşmalar bu bağlılığın ekonomik ve askeri garantileridir.
Sıcak paraya sanıldığı gibi sadece yüksek faizler ödemeyiz.
Siyasi, askeri ve sosyal bedeller de öderiz.
Asıl bedel ise toplumda yaşadığımız ayrışmadır.
Nasıl mı?
Sıçak para yukarıda anlattıklarıma rağmen kendiliğinden gelmez. Aracıları vardır. Simsarları vardır. Bankaları vardır. En önemlisi emperyal misyonla donanmış işbirlikçi kadroları vardır.
Bu kadroların oluşturduğu zümrelerle, halkın arasında uçurumlar oluşur. Başka bir ifadeyle, eşitsizlikler büyüyerek çoğalır.
Bildiğiniz gibi, gelir dağılımının aşırı bozulması, eşitsizliğin ve adaletsizliğin kaynağıdır.
Eşitsizlik(=adaletsizliğin) başlangıçta ayrışmayı, arkasından, ayrışanların çatışmasını getirir.
Yani eşitsizliğin bedeli şiddettir.
Sıcak paranın ülkemize verdiği asıl tahribat; ayrışma ve şiddettir.
Emperyal misyonla donanmış işbirlikçiler, sınıf karakterli muhalefet ve direnişler oluşmasın diye, mezhep ve etnik oluşumları kışkırtırlar. Böylece, halkın sömürgecilere karşı direncini kırmış olurlar.
Gelir dağılımının bu derece bozulduğu ülkelerde, zaten demokrasi olmaz.
Yaşadığımız sürecin kısa fotoğrafı budur.

Arapçadaki huri kelimesinin istismar edilmesi

Arapçada huri kelimesi dişil veya erkek formda değildir yani dişiye de erkeğe de hitap eder-gider ikisini de kapsar, çoğul olarak eşlik edenler-hizmet edenler anlamına gelir. Kuran'da da bu sekliyle kullanılır, ancak ataerkil zihniyet tarafından huriler, cennette erkeklerin hizmetine tahsis edilmiş -özel olarak yaratılmıs dişi varlıklar olarak anlasılmıs ve tefsir edilmiştir gerçekte ise bu ayetlerde huriler cennette erkeklerede kadınlarada vadedilmiştir. hurileri dişileştiren yorum ve okuma, bedevi ve erkek anlayısın hayal gücünün ürünü ve çarpıtmasıdır. şuanda bağnazlar ve pozitif ateistler tarafından dolaşımda tutulmaktadır ki böylesi her iki kesimde bu çarpıtmayı bolca kulanmaktadır.